Sürdürülebilirlik

Veganlık gezegenimiz için ekolojik anlamda sürdürülebilir bir beslenme ve yaşam biçimi olmasının yanında sosyal adalet ile su ve gıda eşitliği ile doğrudan bağlantılıdır. Çünkü hayvancılık sadece hayvanlara ve doğaya zarar vermekle kalmıyor, aynı zamanda çok ciddi halk sağlığı sorunlarına neden oluyor, kaynak eşitsizliğini beraberinde getiriyor, yoksulluğu tetikliyor ve sınıf/etnik köken ayrımcılığını besliyor.

Vegan yaşamı benimsemenin birden fazla faydası olduğu gibi, hayvancılık faaliyetlerinin ve süt/et/yumurta üretiminin de birden fazla zararı var. Veganlık üzerine daha derinlemesine araştırma yaptıkça, hayvancılığın ve hayvan sömürüsünün pek çok farklı açıdan akla gelmeyecek şekillerde yıkıcı etkileri olduğunu, bu alanda yapılmış pek çok araştırmayla görebiliyoruz.  

Gıda eşitsizliği

Günümüzde dünya çapında açlığın en büyük nedenlerinden birinin hayvancılık ve “hayvansal gıda” üretimi olduğu biliniyor. Çoğunlukla Afrika ve Asya’nın az gelişmiş ve yoksul ülkeleri başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında 925 milyon insan açlıkla savaşıyor. 925 milyon insanın 870 milyonu ise yetersiz beslenmeden mustarip. UNICEF’e göre her yıl yaklaşık 3 milyon çocuk da beslenme yetersizliği nedeniyle hayatını kaybediyor.

Gezegenimiz dünyadaki tüm insanları besleyecek kadar besin potansiyeli olmasına rağmen nasıl oluyor da dünyanın dört bir yanındaki insanlar açlıktan ölmeye devam ediyor? Cevap süt, et ve yumurta endüstrisi…

Oysa 2016’da dünyaca ünlü ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin bir yayınında paylaşılan bir araştırma sonucuna göre beslenmemizden hayvansal kökenli besinleri çıkartıp bitki temelli besinlere yönelerek 2050 yılına kadar 8,1 milyon insanın hayatını kurtarabileceğimiz, sera gazı salınımlarını üçte iki oranında azaltabileceğimiz ve sağlıkla ilgili harcamaları aşağı çekebileceğimiz belirtiliyor.

Mevcut sistemde bitkisel ürünler tüm dünya insanlarını beslemeye yetecek kadar olmasına rağmen, mahsullerin çoğu (gıda krizi yaşayan ülkelerde yetiştirilenler hariç), gelişmiş ve zengin ülkelere yönelik hayvancılık endüstrisi için yetiştiriliyor. Dünya çapında tahıl üretiminin üçte biri insan tüketimi için yetiştirilen hayvanları beslemek amacıyla kullanılıyor. Dünya çapında soya fasulyesi ve mısır üretimi de milyonlarca tona ulaşıyor, fakat üretilen mısırın yarısından fazlası ve soya fasulyesinin %80’i, insanlara “hayvansal gıda” olmak üzere yetiştirilen hayvanları beslemeye yönelik.

Çevre Enstitüsü ve Minnesota Üniversitesi’nden araştırmacılar tarafından yürütülen bir çalışmada bilim insanları, tarımsal kaynakları ve dünyadaki açlık sorununu araştırdılar.

Ağustos 2013’te yayımlanan araştırma sonunda, insanların hayvanlara yedirdikleri mahsulleri, hayvanları beslemek yerine kendilerinin tüketmesi durumunda mevcut kalori miktarının %70 artacağı ve bunun da ek olarak 4 milyar daha insanı besleyebileceğini ortaya koydular. Bu da Dünya nüfusunun yarısından fazlasını, yani bugün açlık çeken yaklaşık 900 milyon insanın kat ve kat fazlasını doyurmak için yeterli bir gıda miktarı anlamına geliyor. 

Benzer bir açıklama da 1997’de Cornell Üniversitesi bilim insanları tarafından yapıldı. Hayvancılık faaliyetlerinin çevreye etkileri üzerine odaklanan rapora göre, “halihazırda ABD’deki hayvanların yemesi için üretilen tahıllar doğrudan insanların tüketimine ayrılsaydı, yaklaşık 800 milyon kişi beslenmiş olacaktı.”

Su eşitsizliği

Dünya, geçtiğimiz yüzyılda doğal sulak alanlarının yaklaşık %70’ini kaybetti. Şu anda Dünya genelinde her 3 kişiden 1’inin ise güvenli içme suyuna erişimi yok (UNICEF & Dünya Sağlık Örgütü). Giderek daha fazla ülke su stresi yaşıyor ve artan kuraklık ile çölleşme bu eğilimleri daha da kötüleştiriyor. 2050 yılına kadar her 4 kişiden en az 1’inin su kıtlığı yaşayacağı tahmin ediliyor (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı – UNDP).

Oysa her yıl gıda endüstrisi için dünya çapında yetiştirilen ve öldürülen 83 milyardan fazla hayvan ile endüstriyel hayvancılık, sadece iklim değişikliği ve ormansızlaşmanın en büyük nedenlerinden biri değil, aynı zamanda su kaynaklarının tükenmesine neden olan en büyük faktörlerden biri. Buna karşılık her 1 kg et için ortalama 15,3 ton temiz su kullanılıyor (waterfootprint.org).

Yeryüzü kaynakları böylesine orantısız ve adil olmayan bir şekilde gelişmiş ülkelerce paylaşılırken, hükümetler net eylem planları oluşturma ve bu planları uygulama konusunda kayıtsız davranmaya devam ediyor. Araştırmalar ise bitkisel beslenmeye geçmenin su ayak izimizi yarı yarıya azaltabileceğini gösteriyor.

Fotoğraf: Jo-Anne McArthur/We Animals Media

Halk sağlığı sorunları, ayrımcılık ve sosyal adaletsizlik

Hayvancılık, sosyal adaletsizlik, sınıf ve etnik köken ayrımcılığı arasındaki bağlantı ilk başta pek çok kişiye keskin bir sav gibi görünebilir. Fakat aradaki çizgi sandığımızdan da ince.

Hayvan tüketiminin insan sağlığına doğrudan zararlarına (bkz. Sağlık/Beslenme) ek olarak halk sağlığına yönelik ciddi tehditler barındırdığı biliniyor.

  • ABD Doğal Kaynakları Savunma Konseyi’ne göre “Fabrika çiftliklerinde çalışan veya bu çiftliklerin çevresinde yaşayan insanlar gübre kaynaklı yüzlerce gaz soluyor. Arıtma havuzları tarafından ortama salınan gazlardan biri, çok düşük seviyelerde dahi tehlikeli olan hidrojen sülfür. Etkileri ise boğaz ağrısından kasılma nöbetlerine, komadan ölüme kadar çeşitli seviyelerde baş gösterebiliyor”. 
  • Bu çiftlikler ise zaten nitelikli sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamayan insanların yaşadığı coğrafyaları zararlı gazlarla, hayvansal dışkı ve atıklarla daimi olarak kirleterek hem yeraltı suları yoluyla hem de havaya karışan solunum damlacıkları aracılığıyla pek çok hastalığa zemin hazırlıyor.
  • Korkunç şartlardaki üretim çiftliklerinde düzenli olarak baş gösteren salgın hastalıklardan korumak için hayvanlara rutin olarak verilen antibiyotikler, insanların hatalı kullanımları ile birlikte dünya çapında antibiyotik direncinin gelişmesine ve bu durumun küresel bir sağlık sorununa dönüşmesine neden oluyor.     

ABD’deki fabrika çiftliklerinin inşa edildiği bölgelerde yaşayan insanların çoğunlukla düşük gelir grubuna veya Afrika-Amerikalı, Latin kökenli veya diğer etnik kökenlere mensup kişilerden oluştuğu tespit edilmiş durumda. 

  • 2002 yılından bir araştırma, ABD Mississippi’deki 60’tan fazla fabrika çiftliğinde yapılan incelemenin sonucunda bu çiftliklerin çoğunun düşük gelirli Afrika-Amerikalıların yoğun yaşadığı bölgelerde bulunduğunu ortaya koydu.
  • Benzer bir şekilde 2005’te yapılan bir diğer araştırma da Kuzey Carolina’nın düşük gelirli bölgelerinde “varlıklı” bölgelere oranlara yedi kat daha fazla domuz çiftliği bulunduğunu, aynı zamanda “siyahilerin” “beyazlara” kıyasla beş kat daha fazla oranda domuz çiftliği yakınlarında yaşadıklarını gösterdi. 

Sayısız çevresel ve sosyo-ekonomik sorundan dolayı artan küresel gıda ve su güvensizliğini ve eşitsizliğini göz önüne aldığımızda, sürdürülebilir bir yaşama geçiş için daha iyi bir zamanlama olamaz. Hayvansal ürünleri kullanmaktan kaçınmak, sadece gıda ve diğer kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltmanın en basit yolu değil, aynı zamanda dünyanın en yoksul kesimlerini fazlasıyla etkileyen, adil olmayan gıda sistemine karşı durmanın da en kolay yolu.