İklim/Çevre
Çöplerimizi geri dönüştürmekten plastik kullanımını azaltmaya, suyu tasarruflu kullanmaktan yerel üreticilerden alışveriş yapmaya kadar birçoğumuz, özellikle de iklim aktivizmiyle doğa haklarını savunanlar, daha yeşil ve ekolojik bir yaşam sürmenin yollarını biliyoruz, arıyoruz. Ancak bir insanın karbon ayak izini düşürmek için yapabileceği en etkili şeylerden biri hayvanları, beden parçalarını ve salgılarını tüketmekten kaçınmak, yani bitkisel beslenmek ve hatta bütünüyle vegan bir yaşamı benimsemektir.
Bu sav ilk etapta sorgulanmaksızın pek çok kişi tarafından iddialı bulunabilir, fakat gezegenin mevcut durumu ve gidişatı, açıklanan bilimsel verilerle birlikte, alışılagelmiş beslenme, tüketim ve yaşam biçimlerimizin ne kendi sağlığımız, ne de gezegenin sağlığı için iyi olduğunu ortaya koyuyor.
İnsan nüfusu ve hayvan tüketiminde artış
1960’lardan günümüze insan nüfusu iki katına çıkarken “et” tüketimi en az dört kat arttı. Belirli bölgelerde ise hayvancılıkta radikal bir artış görüldü. Bu sayılardaki rahatsız edici artış halen devam ediyor. Bu eğilim küresel ısınmaya, yaygın çevre kirliliğine, ormansızlaşmaya, arazi tahribatına ve kaybına, su kıtlığına ve türlerin yok oluşuna neden olmaya devam ediyor. Bu da, daha fazla hayvanın beslenmesi için daha fazla yem/mahsul anlamına geliyor.
Ancak 2050 itibarıyla dünyada günümüze kıyasla fazladan yaklaşık 2 milyar insan olacağını göz önüne aldığımızda gezegenin, artan insan ve hayvan nüfusunu birlikte besleyebilmesi mümkün değil.
Ormansızlaşma, arazi ve doğa tahribatı
Günümüzde hayvanlar için gereken yem ile “et” ve diğer hayvansalların üretilmesi ve milyarlarca hayvanın her gün dünyanın dört bir yanına taşınması doğa ve gezegen üzerinde son derece ağır bir yük oluşturuyor.
“Et” üretimi için hayvanlara yem olarak verilen büyük miktarlardaki tahılların (ve tüm bu yem tahılların ekim alanlarının) ormansızlaşmada, doğal yaşam alanı kaybında ve türlerin yok oluşunda büyük bir payı var. Çünkü hayvancılık, dünya çapında toprak ve su kullanımını en fazla olumsuz etkileyen insan faaliyetlerinden biri olarak görülüyor.
Artan dünya nüfusuyla birlikte hayvansalların üretim ve tüketimine devam edilmesi, mera ve tarla açıp hayvan yemi ekme amacıyla ormanların yok edilmesine neden oluyor. Öyle ki hayvancılık, Brezilya Yağmur Ormanları’ndaki ormansızlaşmanın %75’inden sorumlu.
Temmuz 2020’de yayımlanan Proveg International raporuna göre ise, mevcut tatlı su kaynaklarının %70’i ve yaşanabilir arazilerin %50’si yem yetiştirmek ve hayvan üretimi için kullanılırken, dünyadaki tarım alanlarının %80’inden fazlası da et, yumurta ve süt üretimi için kullanılıyor.
Oysa bitki temelli beslenme, “süt ve et ürünlerinin” üretilmesi için gereken alanın çok daha azına ihtiyaç duyuyor. Aynı zamanda oldukça az miktarda ekin ve su gerektiriyor. Bu durum veganlığı, doğa üzerindeki etkimizi ve insan baskısını azaltmak için en kolay ve etkili yollardan biri haline getiriyor.
Fotoğraf: Imgur
Sera gazı salınımları ve karbon ayak izi
FAO’ya göre hayvancılık, insan kaynaklı metan salınımının %44’ünü oluşturuyor. Karbondioksitten çok daha etkili olan metan ise küresel iklim değişikliğine sebep olan en önemli faktörlerden biri.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre, hayvancılık sektörü insan faaliyetlerinden kaynaklanan ve küresel iklim değişikliğine neden olan sera gazı salımının yüzde 14,5’inden sorumlu. “Sığır eti ve sığır sütü üretimi” ise hayvancılık sektörünün toplam sera gazı salımının yüzde 65’ini kapsıyor.
Haziran 2018’de Oxford Üniversitesi bilim insanları tarafından Science dergisinde yayımlanan ve bugüne kadar küresel gıda sistemleri hakkında yazılmış en kapsamlı makalelerden biri de, gıda sistemlerinin sera gazı salınımlarını inceleyerek üretim ve beslenme tercihlerimizin küresel düzeyde çevreye etkilerini ortaya koyuyor.
Çalışmanın en dikkat çekici kısımlarından biri, hayvansal ve bitkisel besinlerin sera gazı salınımları arasında ciddi miktarda fark olduğu. Yani hayvansal gıdaların bitki temelli besinlerden çok daha yüksek karbon ayak izi bıraktığı (ama buna rağmen protein ve kalori katkısının çok düşük olduğu). Bu çalışmaya göre gıda üretimi dünyadaki toplam sera gazı salınımlarının 1/4’ünden sorumlu. Et, süt, yumurta ve deniz ürünlerini kapsayan hayvancılık ise, gıda sera gazı salınımlarının %31’ini oluşturuyor.
Endüstriyel hayvancılık ile ilişkilendirilen habitat kaybı ve fabrika tipi hayvancılığın çevreye zararı, insan sağlığına dair endişelerle birlikte pek çok kişiyi yerel çiftliklerden hayvansal süt, yumurta, yoğurt ve peynir gibi hayvansalları almaya yönlendirebiliyor. Oysa gıdanın “nereden” geldiğinden çok “ne” olduğu ve bizim “nereden” değil “ne” yediğimiz daha önemli.
Çünkü 119 ülkede bulunan 38 bin çiftliği kapsayan Oxford Üniversitesi araştırmasında çoğu gıdanın karbon ayak izinin, %80 oranında toprak kullanımı ve çiftlik (üretim) aşamasında ortaya çıktığı kaydedilmiş durumda; yani gıda sistemlerinin işleme ve nakliyat aşamalarında değil. Taşıma/nakliyat aşaması pek çok besinde %10’dan daha az bir salınım meydana getiriyor. Sadece nakil değil işleme, perakende ve paketleme gibi tedarik zinciri aşamalarında da karbon ayak izi, çiftlik ve arazi kullanımı aşamalarına oranla düşük seyrediyor.
- Hayvanların ve hayvansal çıktı ve içeriklerin yer almadığı (vegan) bir senaryo, tüm sektörlerde ortaya çıkan toplam küresel sera gazı salınımını %28 oranında azaltabilir. Aynı zamanda et ve süt ürünlerinin tüketilmediği bu senaryoda, küresel tarım alanlarının kullanımı da %75 oranında azaltılarak halen dünyayı besleyecek miktarda ürün temin edilebilir (Bu da ABD, Çin, Avustralya ve AB ülkelerinin toplam alanına eşit bir alana tekabül ediyor).
- En yüksek karbon ayak izine sahip hayvansalların %50 oranında azaltılmasını içeren ikinci senaryoda ise, küresel sera gazı salınımları %20 azaltılabilir.
- “Dünya üzerindeki etkimizi azaltmanın en geçerli yolu vegan beslenme.”
Bitki temelli beslenmenin, tatlı su kullanımını ve tarım alanlarının kullanımını da benzer bir şekilde azaltacağını belirten araştırmacılar, bu yaklaşım ve uygulamaların çarpan etkisi yaratacağını ve küçük davranış değişikliklerinin ne denli büyük ve çevre açısından olumlu sonuçlar meydana getirebileceğinin altını çiziyor.
Buna rağmen sadece Brezilya’da, “Avrupa’daki hayvanlar için yetiştirilen soya fasulyesinin” ekildiği alanın büyüklüğü 2 milyon hektardan fazla. Bu durum yoksul toplumları, ürünlerini kendileri için yetiştirmek yerine hayvanlar için üretilen piyasa ürünlerini yetiştirmeye itiyor, gelişmekte olan ülkelerdeki yetersiz beslenmeye yol açıyor (bkz. Sürdürülebilirlik).
Zoonozlar ve küresel salgınlar
Aynı zamanda hayvanların doğal yaşam alanlarıyla iç içe giren insan faaliyetleri ve yaşamı (hayvancılık, madencilik, ormancılık, tarım, vb.) hem hayvanlar hem de insanlar için pek çok sağlık riski taşıyor: FAO’ya göre insanlarda ortaya çıkan yeni hastalıkların %66’sı hayvan kökenli; artan insan faaliyetleri sonucu doğal yaşam ile insan arasındaki sınırın belirsizleşmesi sonucu da her yıl 1 ya da 2 yeni hastalık ortaya çıkıyor, Covid-19, MERS, SARS gibi küresel salgınlara neden olabiliyor.
Çevre kirliliği ve zincirleme etki
Tüm bunlara ek olarak, fabrika çiftliklerinden çıkan hayvan dışkısı nehirlere, denizlere ve okyanuslara dökülmeye devam ediyor. Hayvan dışkısındaki ve hayvanlara yedirilen tahılların yetiştirilmesinde kullanılan gübredeki nitrojen, denizlerdeki yosun miktarını hızla artırıyor. Yosunlar sudaki oksijenin büyük bir kısmını kullanırken, diğer deniz canlıları için geriye az miktarda oksijen kalıyor.
İsraf ettiğimiz su miktarını azaltmak, enerjiden daha fazla tasarruf etmek ve genel itibarıyla doğa ve içinde yaşadığımız gezegen üzerindeki etkimizi azaltmak istiyorsak, ekolojik ayak izimizin boyutunu belirleyen en önemli faktörü, yani ne yediğimizi, bir kez daha sorgulayıp alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz.